AK Parti ye hazır mısınız?

Yeni bir gün başlıyor. AK Parti sadece cumhurbaşkanı adayını açıklamayacak.
Yeni bir gün başlıyor. AK Parti sadece cumhurbaşkanı adayını açıklamayacak. Bir sayfayı kapatıp başka bir sayfa da açacak. Bu süreçte çok merak eskiteceğiz çok… Bir o kadar dedikodu, senaryo ve isim çöpe gidecek. AK Parti “nin başına Abdullah Gül’ü isteyenler, Ahmet Davutoğlu diyenler, seçiş için Bülent Abi formülüne sıcak bakanlar, Binali Yıldırım tarzı teknokrat bir başbakana şans verenler, kimsenin ummadığı düşük profilli bir cevherin şapkadan çıkmasını bekleyenler, herkes ama herkes Erdoğan’ın aklından neler geçtiğini anlamaya çalışıyor. Zihin okuma yöntemleri henüz kesin sonuç verecek düzeye ermediğinden, papatya falı açmaya kadar gidecek bu işin sonu. Erdoğan’sız bir AK Parti ye ilk adım atılıyor. Ters köşeye yatınlmadıysak Recep Tayyip Erdoğan, bugün AK Parti”ııin cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilecek. AK Parti yle resmen ilişiğini kesme ilanı yerine de geçecek bu. Erdoğan fiilen de bağlanın kesecek, ipleri elinden bırakacak mı? işte orası meşkuk, yani çok şüpheli. ‘Benden sonrası tufan* deyip arkasına bakmadan Köşk e yürümeyeceği muhakkak. Bugünkü açıklama, bir belirsizliği ortadan kaldırırken birçok belirsizliğe kapı aralayacak. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçlanıncaya kadar da sis bulutlan dağılacağa benzemiyor. Birinci muğlaklık, Erdoğan’dan sonra partinin ve hükümetin başına kimin geçeceği… İkincisi, gelecek kişinin bir emanetçi olup olmayacağı… Üçüncüsü, emanetçiyse kimin emanetçisi olacağı; Erdoğan’ın mı. yoksa bir geçiş döneminden sonra koltuğu devralacak Abdullah Gül gibi bir ismin mi? Dördüncüsü, emanetçi değilse şayet, Erdoğan’dan el almakla birlikte kendinden tavırlı, özgül ağırlık iddiasında, dişli ve dirayetli biri mi olacak, Ahmet Davutoğlu ya da Bülent Annç mesela? Beşincisi, bu seçeneklerden hangisi AK Parti “nin tabaıuııı. tepe yönetimini, kabinesini ve Meclis gnıbunıı bir arada tutmaya daha muktedir olacak? Altıncısı, Tayyip Erdoğan’dan sonra o koltuğu doldunnak kolay olmayacak, Tayyip Erdoğan’ın onayı ve desteği olmadan o koltuğa otıımıak ise mümkün dahi olamayacak. Fakat bir de partinin yönetici sınıfı var, onların da tasvibini almadan AK Parti gibi devasa bir teşkilatı yönetmek, hükümet çarklarını çevirmek, Meclis grubunun birliğini korumak, üstüne bir de kapıdaki genel seçimlerde halk çoğunluğunun desteğini sağlamak bir o kadar zor. Aranan özelliklere sahip kişi ise ancak hem emanetçi hem bağımsız yapıda, hem dengeci hem güçlü bir karakter, hem halkta hem de partinin elitleri arasında popüler bir şahsiyet olabilir. Tarile kim daha yakın siz karar verin. Aynca Erdoğan’ın çizeceği veliaht profiline de dikkat kesilin diyeceğim… Ama sizi bir başka son güne dek yine meraklara salıp dikkatinizi oyalamak için bugünkü konuşmasında ipuçlannı vermeyecektir. Bugün giderilmeyecek belirsizlikler var önümüzde ancak, ne varsa yine AK Parti de var dedirtecek belirsizlikler… Heyecanlı, adrenalinli, bol kulisli, çok fiskoslu, kediyi meraktan çatlatacak yeni bir gün başlıyor, hayırlı olsun.

Bazen soruları açık sormak lazım…

Bazen soruları açık sormak lazım…
Bazen soruları açık
sormak lazım…
Irak’ta Türkiye vatandaşlarının rehin alınmasının iç politik gelişmelerle, özellikle de Cumhurbaşkanı seçimleriyle bir alakası var mı?
IŞİD’in ‘Hilafet Devleti’ ilan etmesiyle İngiliz emperyal geleneğinden beslenen yeni Ortadoğu senaryoları arasında bir bağlantı var mı?
Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Türkiye’ye Cumhurbaşkanı adayı olarak önerenlerin Irak’ta yaşananlarla, rehine olayıyla ya da ‘Hilafet Devleti’ projesiyle ne tür bağlantıları var?
CHP ve MHP olayın bu yönünü acaba hiç düşündü mü?
IŞİD’in ortaya çıkıp Irak’ı üçe bölmesi, S. Arabistan ve Körfez desteği ile Sünni devlet kurmaya çalışması ve bunu da ‘Hilafet Devleti’ olarak duyurması nasıl bir uluslararası operasyondur ve Türkiye ile ne tür bir ilişkisi vardır? Rehine olayı ve IŞİD olayı Irak için dengelerle sınırlı mıdır?
Üzerinde çok çok durmamız gereken sorular bunlar…
İngiliz emperyal geleneği yeniden Ortadoğu’da. Yüz yıl sonra, oluşturdukları yapılar dağılmaya yüz tutarken, hesaplar yeniden yapılırken, yüz yıl önceki senaryoları tekrar devreye sokmaya çalışıyorlar.
Irak’ta, Suriye’de, Ürdün ve Filistin’de, Kuzey Afrika ve Yemen’de, Körfez’de olduğu gibi, son ‘Mısır operasyonunda’ olduğu gibi, Türkiye ve Kürtleri içine alan yeni bir oyun kuruluyor sanki. Türkiye’nin geleceğini ve Kürtlerin kaderini yönlendirecek adımları atarken ‘Hilafet’ gibi son derece hassas bir konu da tartışmaya açılıyor.
Hilafet üzerinden servis edilecek her proje bu topraklar için yeni bir yıkım demektir. Yüz yıl sonra kendine gelmeye çalışan toplumların yeniden uyuşturulması, uyutulması, bir hayal etrafında körleştirilmesi demektir.
Hilafet, bize, bizim ülkemize, çevremize yutturabilecekleri son kozlarıdır ve maalesef bu operasyonu içine sindirmeye ayarlı geniş kitleler mevcuttur. IŞİD olayı bu yönden gözlerimizi açmalı. Sünni Iraklıların ihtiyaçlarına, hakkıyla temsil edilmelerine evet ama bunun üzerinden bir hilafet projesi uygulanmasına şiddetle hayır demeliyiz.
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, hiç hesapta yokken, bir anda Türkiye’nin önüne Cumhurbaşkanı adayı olarak sürülmesi, bu sıradışı hareketin hiç de yadırganmaması, MHP ve CHP yönetiminin tabanlarını yeni adaya hazırlarken hiç de hazırlıksız olmaması size de biraz tuhaf gelmiyor mu?
Hilafet ve IŞİD’in yıldırım hızıyla servis edilmesi gibi, İhsanoğlu’nun adaylığı da damdan düşer gibi olmadı mı?
Bir ‘İngiliz işi’ de burada mı aramalıyız?
Böyle bir koku siz de almıyor musunuz?
İhsanoğlu’nu yıllardır izlerim. Şahsi kanaatim; bir başarısızlık örneği olduğu yönünde. Kişisel ikbal derdinin ötesinde bir ülke, vatan, hizmet derdi olduğu kanaatinde değilim.
Özellikle İslam Konferansı Örgütü (İslam İşbirliği teşkilatı oldu, İİT) Genel Sekreteri iken gösterdiği performans dramatiktir. Bölgesel sorunların hiçbir yerinde İhsanoğlu’nu görmedik. Irak’ta mezhep savaşları yaşanırken, Bağdat harabeye dönüşürken, Suriye’de kıyımlar yapılırken, Türkiye’de insanlar ayağa kalkıp Gazze için sesini yükseltirken bir Genel Sekreter olarak onun adını hiç duymadık.
Ülkelerin, toplumların, acı çekenlerin ruh halinden anlamaz. Salon adamıdır, güç neredeyse oradadır. Irak-Suriye’de kitle katliamları yapılırken ondan asla bir ses duymazsınız. Hapishanelerde korkunç görüntüler dünyaya yayılırken O bu coğrafyada bile değildir. Belki ABD’de bir şov programında İslamofobi edebiyatı yapıyordur.
İhsanoğlu’nun Türkiye tarafı zayıftır, yok denecek kadar azdır. Adaylığının milli boyutu hiç yoktur. CHP ve MHP’ye aday olarak sunulmuştur. Onlar da kabul ettiğine göre Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası Türkiye için yeni hesaplara tanık olacağız demektir.
IŞİD’li Irak projesi ile Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı arasında nedense bir bağ olduğu hissinden hiç kurtulamadım. Rahatsız edici bir bağlantı bu, biliyorum.
O zaman detaylara fazla girmeyeyim, son sözümü söyleyeyim:
Ekmeleddin İhsanoğu bir projedir…

İyi hesap bilmek yetmez.

İnsanoğlunun başına yarın ne geleceğini kimse bilemez.
İnsanoğlunun başına yarın ne geleceğini kimse bilemez.
Fakat İhsanoğlu’nun başına geleceği aşağı yukarı herkes biliyor.
Tek kelime ile söylemek gerekirse hezimet.
İki kelime ile kaliteli hezimet.
Cumhurbaşkanı seçilecek kişinin en az 23 milyon vatandaşın oyunu alması gerekiyor, malûmunuz.
Bu miktardaki oyun ne kadar ettiğini anlamak gerekir.
İyi hesap bilmek yetmez.
Hesap bilmenin dışında, kişinin birkaç defa peşpeşe 23 milyon demesi, muhtemeldir ki biraz yardımcı olacaktır.
*
Bu yarıştan Ekmeleddin Bey’in önde çıkması kâğıt üstünde mümkün görünebilir.
Özellikle aday gösterenlerin nezdinde.
Ne var ki kâğıt üstünde görünenle, sandıktan çıkan arasında hep ciddi bir fark olmuştur.
Tıpkı evde yapılan hesapla, çarşıda karşılaşılan durum gibi.
Uymaz bir türlü.
Ekmeleddin Bey’in arkasında iki partinin birden bulunması sebebiyle büyük bir hezimetle karşılaşacağını söylemiyor, onun yerine ‘kaliteli hezimet’ demeyi tercih ediyorum.
*
İsmi ilk telaffuz edildiğinde, dilime bir türkü takıldı.
‘Eklemedir koca konak ekleme…’
Bir ses benzerliği var, tamam.
Fakat buradan hareketle bir şeyler yazmayı fazla uçuk buldum.
Fazla dolambaçlı bağ kurmak gibi geldi.
Çok geçmeden, birçok kalem erbabının kaleminde ve dilinde benzetmelerin tuhaf yerlere vardığını görünce, kendi adıma çok da uçuk düşünmediğime sevinesim geldi.
*
En başta ‘eddin’ kısmı fazla bulunmuş olmalı ki çok yerde ismi kısaltıldı.
Sadece ‘Ekmel Bey’ şeklinde bahsedenlere rastladık.
Kırk yılın Rauf Tamer’i bile ‘Eklem Bey’ dedi.
Lütfen dikkat:
Ekmel değil, Eklem.
(Yerleri olur da ağrır hani, bilhassa yaşlılarda… Yağış öncesi falan. İşte ondan.)
*
Karıştırmayı abartanlar da var.
Ekrem Bey diyenleri saymıyoruz; onlar oyun dışı.
(O kadar karıştırmaya gerek yok. Aşırıya kaçılmış olur ki bir adım sonrasında Hasan Bey denmesini de normal karşılamak mecburiyeti doğar. Geçelim.)
Lakin her zamanki gibi en güzelini Kemal Bey söyledi:
‘Sayın Ekmeloğlu…’
*
Kemal Bey’in kullanmadığı kısımdan bir isim daha çıkar: Eddin İhsan.
Bekir Bozdağ, ‘Türk Milleti Google’dan öğrendiği bir adaya Cumhurbaşkanlığı sıfatı vermez’ demişti.
Vasıflarını Gogıl’dan öğrenmeyi bırakın, adını herkesin farklı söylediği bir adayda anlaşmak başlı başına bir zorluk.
Ama burada da yine en şık olan Kemal Bey’in durumu.
Adını bile düzgünce söyleyemediği birini Çankaya’ya aday gösteren CHP Genel Başkanı olarak tarihe geçti.
Kutlarım.
*
Erdoğan 1 Temmuz’da açıklanacağını söylemişti.
Siz bu satırları okurken, AK Parti’nin Cumhurbaşkanı adayı açıklanmış olacak.
Kimler için sürpriz olacağını hakikaten merak ediyorum.
Bu arada ‘Biz adayımızı açıkladık, sizden henüz bir ses yok’ diye üst perdeye yerleşenleri gördük.
Onlar galiba adayı önce açıklamanın, seçimi kazanmak anlamına geldiğini sanıyor.

Muhtar bile olamaz dediler

Ekmeleddin İhsanoğlu girdiği her kalıbın şeklini alan birisi.
CHP’de Atatürkçü
MHP’de milliyetçi
CHP’de eşinin başı açık
MHP’de başörtüsü savunucusu
BBP’de Muhsin Yazıcıoğlu’nun dostu.
Cuma namazında Hacı Bayram’da.
Hafta başında Anıtkabir’de.
Kampanyasını Yozgat’tan ziyaretini Hacı Bektaş’tan başlatıyor.
Girdiği her kalıbın şeklini alan birisi.
Ekmeleddin İhsanoğlu, Anıtkabir özel defterine, ‘Aziz Atatürk ruhun şad olsun’ diye yazarken, merak ettim. Atatürk dönemi uygulamalarından dolayı Mısır’a kaçmak zorunda kalan babası Yozgatlı İhsan Efendi gözlerinin önüne geldi mi?
‘Ruhun şad olsun Aziz Atatürk’ derken, ‘ruhun şad olsun babacığım’ diyebildi mi acaba?
Kendi kişisel tarihine saygı duymayan, CHP’nin adayı olunca ilk işi, adındaki ‘Din’ hanesini kaldırmak olan bir insan, benim hangi değerime sahip çıkacak ki?
Asker muhtıra verse askerle, TÜSİAD kafa tutsa iş dünyasıyla, merkez medya ültimatom verse onlarla birlikte olacak bir yapı.
Çankaya’da olsa değerlerimizi savunamayacak, eğilecek, bükülecek, kazanımlarımızın yok olmasına göz yumacak birisi.
Çünkü hiçbir olay karşısında dik durmamış, hiçbir değerimiz için kavga vermemiş.
Amerika ne der, İngilizler ne ister, Suudiler nasıl bakar demekle geçmiş bir ömür.
O yüzden Suriye’de Müslüman kanı akarken İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri olarak sesini çıkarmadı.
O yüzden Mısır’da darbe olurken, Sisi’nin yanında yer aldı.
IRCICA Başkanıyken en çok Kenan Evren’i ağırlamış en çok Kenan Evren’i ziyaret etmişti.
Bizim Kenan Evren’i ağırlayan değil, Kenan Evren’i yargılayan Cumhurbaşkanlarına ihtiyacımız var.
Oysa Çankaya’da değerlerimizi temsil eden, kazanımlarımızı koruyacak, geliştirecek, milli iradenin hukukunu koruyacak bir Cumhurbaşkanı’na ihtiyacımız var.
Çankaya bir simge.
Çankaya bir kale.
O kaleye bu sembolün çıkması gerekiyor.
O sembol bu mücadelenin lideri olan Recep Tayyip Erdoğan’dır.
O sembol, ‘Yeter söz de karar da milletin’ diyenlerin verdiği kavgadır.
Milletin mücadelesinin Cumhurbaşkanlığına taşınması gerekir.
Millete dayandığı, milletin sesi olduğu, kurulan tuzakları, hazırlanan kumpasları, darbe tertiplerini buruşturup bir köşeye fırlattığı için.
367 kararına, Cumhuriyet mitinglerine, e-muhtıraya rağmen Çankaya’ya, ‘Kardeşim Abdullah Gül’ü çıkardığı için.
Muhtıra verildiğinde şapkasını alıp kaçan Başbakanların ülkesinde, muhtıra verenlere karşı muhtıra veren bir Başbakan olduğu için.
Partisini kapatmak isteyenlere boyun eğmeyip, partisini kapattırmaktan kurtardığı ve Türkiye’yi kapatılan partiler mezarlığı olmaktan çıkardığı için,
Darbelerle malul demokrasimizde, Başbakanların asıldığı ihtilaller ülkesinde darbecilerden hesap sorup, Kenan Evren’i yargılattığı için,
Türkiye’yi faili meçhul cinayetler girdabına sokup, sağ sol çatışması, Alevi-Sünni ayrımı diyerek parçalara bölen, darbelere zemin hazırlayan Ergenekon’la mücadele edip, hesap sorduğu için.
Askeri vesayeti gerilettiği, kadim sorunumuz olan asker ne der diye ikide bir kışlaya bakılan Türkiye’yi artık siyasetçi ne der denilen bir noktaya taşıdığı için,
17 Aralık darbe girişimine karşı bir kez daha milletin hukukunun koruduğu ve cemaat vesayetine eyvallah etmediği için,
Milli iradeyi şamar oğlanı olmak çıkardığı, milletin hukukunu koruyup, diklenmeden dik durmayı başardığı için,
Meclise sokulmayan, üniversite kapılarından geri çevrilen, itilen, kakılan başörtülülerin hukukunu koruduğu Meclis’te başörtülü milletvekili, üniversitede başörtülü öğrenci, kamuda başörtülü memurun önünü açtığı için,
Dindar olduğu gerekçesiyle ordudan atılan YAŞ mağduru subayların hakkını iade ettiği, TSK’yı dindarları tasfiye eden kurum olmaktan çıkardığı için,
Türk-Kürt kardeşliğini yeniden tesis edip, 30 yıldır akan kanı durdurduğu, anaların gözyaşlarını dindirdiği, şehit cenazelerini önlediği ve tarihi bir adım olan çözüm sürecini başlattığı için.
Okullarımıza Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Nebevi dersleri koydurduğu, İmam Hatiplerin orta kısımlarını açtırdığı için,
Alevi çalıştayını başlatıp, bu ülkede Aleviliği bir töhmet unsuru olmaktan çıkardığı için,
Yüreğinin bir köşesinde Gazze, bir köşesinde Bosna olduğu, Myanmarlı Yusuf, Mısırlı Esma için gözyaşı döktüğü, Alem-i İslam için yürek sızısı hissettiği için.
Suriye’deki katliama, Mısır’daki darbeye karşı dik durduğu zalim Esed’lerin, darbeci Sisi’lerin değil, mazlum Mursi’lerin sesi olduğu için,
Asrın zalimleri tarafından One Minute çekilen değil, One Minute çeken olduğu için.
Mavi Marmara’dan dolayı İsrail’e özür dilettiği için.
Velhasıl, bu milletin uzun süredir güçlü bir ses, yürekli bir lider özlemini dindirdiği, İslam’ın eğilmeyen başı, bu milletin yiğit bir evladı olduğu için.

Ta derinlerde hiç değişmeyen…

Tüneldeyken zamanın ruhunu düşündüm.
Saraybosna’da 90’lardaki savaş sırasında elle kazılan sekiz yüz metre uzunluğunda, bir metre genişliğinde ve bir buçuk metre yüksekliğindeki tünelin ziyarete açık bölümündeydik. Binlerce insanın hayatta kalmasına vesile olmuştu bu tünel. Havaalanı kuşatıldıktan sonra şehrin diğer bölgelerle irtibatı tamamen kesilmiş ve susuz, yiyeceksiz, elektriksiz kalmıştı çünkü şehir halkı. Sadece az sayıdaki kişi silahlıydı ve resmi bir orduları da yoktu.
Sırplara karşı direniş devam ederken tek çıkış noktası olan havaalanından insanlar her gece pisti geçmeye çalışıyordu. Pek çoğu öldürülüyordu. Tünel açma fikri bu yüzden doğmuştu. Ve büyük bir gizlilikle, kazma kürek ve kandillerle, epey zahmetli bir çalışmayla hayata geçmişti. Şehir halkına yiyecek ve silah ulaştırılması bu sayede mümkün olabilmişti.
Tüneldeyken zamanın ruhunu düşündüm. Kanlı geçmişlerin bugünün dilinde yeniden masumiyete bürünmesi belki zordu. Ama tünelin ucundaki ışığa doğru yaklaşmak için kan dökmeye eğilimli yapımızın ardındaki asli tabiatımızı tanımamız, içimizdeki ben duygusunu aslına yönlendirmemiz, yani cevherin farkına varmamız gerekiyordu galiba. İnsanı asli tabiatından koparan ve nefsinin en sığ katmanlarına tutsak eden nefret öfke kınama gibi ‘işlenmemiş’ duyguların saltanatını sadece güçlü ve gerçekçi bir maneviyat dili yıkabilir diye düşündüm.
Tünelden dışarı çıktıktan sonra, hatta Bosna Hersek’ten Karadağ’a, Arnavutluk’tan, Kosova ve Makedonya’ya doğru devam ederken zihnimizdeki sınırları yıkmanın ne kadar güç olduğunu seyrediyordum hayatın içinde. Adım başı değişen ülke isimlerine, para birimlerine, aynı dilin farklı lehçelerinden oluşan Boşnakça, Hırvatça, Sırpça versiyonunun hem iç dünyalarda hem insanların birbiriyle ilişkilerinde çatıştıran niteliklerine rağmen, çok derinlerde değişmez bir şey vardı. Bir önceki yazımda bahsettiğim ‘geniş ölçekli biz’in sırrıydı bu.
Aramızda susarak konuştuğumuz… Bilmeden bildiğimiz… Fıtri bir neşeyle paylaştığımız… Bizi ta derinden ‘bir’ kılan sır… Bir süredir yazılarımda farklı açılardan yansımalarını ele aldığım tevhidin hammaddesi olan ‘bensiz bir ben’in toplumsal hayatı kuşatacak yansıması Balkanlar’da Osmanlı’dan beri mevcuttu. Yitik bir miras gibi de olsa, mayalamaya devam ediyordu dipten dibe buradaki halkları.
Ama insanlar birbirine kalplerinden bağlanmıyorsa fetih değil, ancak toprak işgali oluyordu. Her türlü farklılığı ve çeşidi bir ayrışma ve parçalanma olarak değil kalbin hakikatinde birleşen mana olarak görebilmekle başlamalıydık işe.
Kosova savaşında şehit edilen Sultan Murad’ın Priştine’deki türbesini asırlardır bekleyen ailenin son temsilcisi Saniye hanım şöyle diyordu: ‘Türkiye’ye selam söyleyin!’ Yıllar önce Mostar’a ilk geldiğimde Türkçe konuştuğumuzu duyup sokakta bizi çeviren iki Kosovalı da aynı şeyi söylemişti. Başkaları da. Bunun anlamını idrak etmek bizim için kolay değildi. Zira Osmanlı dağıldıktan ve tehcirlerden, mübadelelerden, sürgünlerden sonra bizler kendi sınırlarımız içinde bir devlet ve vatan kurmuştuk. Onlar ise orada azınlıkta kalmışlar, komünizm dönemi boyunca ise kendi içlerine kapanmışlardı. Gerçi bu sayede eriyip gitmemişler, kendi geleneklerini koruyabilmişlerdi.
Biz ise büyükannelerimiz dedelerimiz buralardan bir yerlerden gelmiş diyorduk. O kadar. Biz kopmuş olsak da Saniye hanımlar bizden kopmamıştı. Bu sırlı biz’in ruhunu ne ‘gelip buralarda etnik Türkçülük’ yapıyorsunuz diyenler anlayabiliyordu, ne de ‘ebeveynlik yapıyorsunuz’ diyenler. Herhangi bir tahakküme, manipülasyona, ebeveynlik taslamamıza zaten ihtiyaç yoktu. Aynı belleğin bahçelerinde yetişmiş, aynı yitikliğin içinden geçmiştik, şimdi aynı duanın içinden birbirimizi işitiyorduk. Gittiğimiz tekkelerde, su kenarlarında, sokak aralarında, birlikte söylediğimiz ilahilerde, usul usul akmaya devam ediyordu bu sırlı biz’in gerçeği.
Balkanlar’daki irfanî geleneğe bir katkı sunabilmek adına Türkiye’den gelen ve Balkan halklarıyla birlikte sohbetlere, konferanslara katılan Mustafa Tatcı, Mahmut Dipşar, Tuğrul İnançer, Levent Bayraktar, Fehmi Özden gibi isimlerin Saraybosna’da, Prizren’de, Usturumca ve Üsküp’teki konuşmalarını dinlerken de bunu düşündüm: Aslında devam eden tarihin bir dönemindeki Osmanlı ruhu değildi. Bu sırlı biz ruhuydu. İçimizdeki evrensellik! Ta derinlerde hiç değişmeyen.

2. Erdoğan dönemi’nin ilk konuşması

Başbakan Erdoğan, cumhurbaşkanı adaylığına ilişkin tartışmaları son güne kadar diri tutmayı başardı.
Başbakan Erdoğan, cumhurbaşkanı adaylığına ilişkin tartışmaları son güne kadar diri tutmayı başardı.
Kimse kendinden emin konuşamadı düne kadar.
‘Ters köşe’ olma endişesi ağır bir ‘temkin’ havası yarattı.
Belki de Erdoğan’ın kast ettiği ters köşe aslında buydu…
AK Parti, bugün Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığını açıklayacak.
Ama daha önemlisi, Erdoğan’ın ne açıklayacağı…
Önce şunu söyleyelim; Erdoğan seçim kampanyası için bir ‘vizyon belgesi’ hazırlıyor. 30 Eylül 2012’de AK Parti kongresinde açıklanan 63 maddelik -50’den fazlası hayata geçirilen- vizyon belgesi gibi. Ancak bu kez partinin değil, Cumhurbaşkanı’nın ‘yeni Türkiye vizyonunu’ ortaya koyan bir belge olacak. Belge daha sonra yayınlanacak, ancak bugünkü konuşmada bu ‘vizyon’un ipuçları olacak.
Erdoğan, ‘Nasıl bir Türkiye’ sorusuna cevap verirken, doğal olarak arkasından ‘nasıl bir cumhurbaşkanı’ olacağını da anlatacak.
Ekonomik kalkınmada gelinen nokta ve hedefler;
Demokratikleşmede gelinen nokta ve aralarında AB üyeliğinin de bulunduğu hedefler yine en önemli başlıkları oluşturacak.
Ancak iki konu öne çıkacak:
Çözüm süreci: Yeni Türkiye’nin kilidini açacak anahtar olarak tanımlanan çözüm süreci Erdoğan ve AK Parti hükümeti için ‘olmazsa olmaz’ bir süreç. Erdoğan, TBMM’yi sürecin sahibi yapacak yasaya rağmen, Çankaya’da da sürecin sorumluluğunu elinden bırakmayacak.
Paralel yapılanmayla mücadelede: Erdoğan, ‘başbakan’ olarak bu mücadeleye ‘istiklal mücadelesi’ adını koymuştu. Şimdi, Anayasa’nın 104. Maddesi gereğince ‘devletin başı’ olarak bu mücadeleyi yürütecek. Elbette yine aynı maddenin verdiği “Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir” sorumluluğu gereği, ‘devlet organlarını düzenli ve uyumlu çalıştırarak’. Paralel yapılanma ile mücadele ‘devletin kurumlarıyla’ birlikte sürecek, devlet aygıtı bir bütün olarak harekete geçmiş olacak.
Konuşma ‘veda’ konuşması olmayacak.
Çünkü bu bir veda değil.
12 yıllık ‘birinci Erdoğan dönemi’nin son konuşması olacağı için duygusal mesajlar taşıyacak elbette.
Ama ‘ikinci Erdoğan dönemi’nin ilk konuşması olarak gelecek mesajları ağır basacak.
Erdoğan’ın 12 yıllık iktidarını anlatırken üç kavram öne çıkıyor:
Reform, kalkınma ve halka dayalı politika…
Bu iki vurguyu, geçtiğimiz günlerde “Eylül ayıyla birlikte Türkiye’de yeni bir dönem başlayacak; reformların daha hızlandığı bir dönem…” sözleriyle de yeniden yaptı.
O yüzden reform beklentisi yüksek; sosyal hayata, dezavantajlı gruplara yönelik reformlar, AB sürecinin canlandırılması, çözüm sürecine yönelik yeni yasalar gibi…
Erdoğan’ın kampanyasında ampullü AK Parti bayrakları yerine Erdoğan için özel hazırlanmış logonun bulunduğu flamalar ve Türk Bayrağı kullanılacak.
Kampanya miting ağırlıklı olacak; ancak Erdoğan belirli TV kanallarında da canlı yayın konuğu olacak.
Kampanya için birden fazla müzik ve şarkı hazırlandı. Ancak yine de kampanyanın en etkili müziğinin, 30 Mart seçimlerinde kullanılan Dombra olacağını söylemek yanlış olmaz. Zira Dombra da zaten ‘başkanlık seçimi’ için hazırlanmış, partiye değil ‘Recep Tayyip Erdoğan’a odaklanmış bir seçim şarkısıydı.
Yeni Başbakan kim olacak?
Erdoğan sonrası kim başbakan olur, AK Parti nasıl yapılanır?
Bu sorunun cevabı için erken.
Ancak cevabın artık ‘malum’ olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Başbakan’ın son mesajlarında yeterince ipucu var. Üstelik satır aralarında değil, açık ifadelerinde.
Seçim kampanyası süresince yeni dönemin başbakanına ilişkin daha net ipuçları alabileceğiz.

gaziantep escort

Siyaset, köşk seçimlerine göre dizayn olur

AK Parti’nin kendi içinden bir cumhurbaşkanı seçtirmesi tarihi önemdeydi.
AK Parti’nin kendi içinden bir cumhurbaşkanı seçtirmesi tarihi önemdeydi. Şimdi ise AK Parti’nin kendi içinden birini halkın oyuyla bu makama getirmeye çalışması daha önemli bir olay. Diğer partiler adaylarını açıkladılar, ama bütün gözler asıl favorinin üzerinde…
AK Parti ailesi, tüm bakanları, vekilleri, kurucuları, belediye başkanları, teşkilat başkanlarıyla bir bütün olarak adayın açıklanması için Ankara’dalar. Hepsi yeni bir başlangıç için ‘durmak yok yola devam’ diyecekler, yeni Türkiye’nin inşasında Erdoğan’ın arkasında durduklarını gösterecekler.
Bu süreçte uzun boylu tartışılacak çok konu var, ama bazı meseleleri soru-cevap formunda kısaca ele almakta fayda var.
Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı adayı olursa ilk turda seçimi kazanabilir mi? Evet, kazanabilir.
MHP-CHP’nin kendi kimliğine ve tabanına yabancılaşarak kurduğu ittifakın doğurduğu hayal kırıklığı sandığa gitmeyen kitlenin oranını yükseltecektir. Kendi kitlesini mobilize eden Erdoğan bu tablo karşısında çok zorlanmayacaktır.
Halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı olmak Erdoğan’ı daha etkili hale getirir mi? Evet, getirir.
Şu an cumhurbaşkanı etkilidir, halkın seçtiği cumhurbaşkanı daha etkili olacaktır, siyasi ağırlığı makamlardan gelmeyen Erdoğan’ın etki gücü daha fazla olacaktır.
Tayyip Erdoğan anayasada olmayan yetkiler kullanarak sistemi kaosa sürükler mi? Hayır, sürüklemez.
Erdoğan bugüne kadar sessiz devrim denilen büyük değişimler gerçekleştirdi ama hukukun dışına hiç çıkmadı. Şimdi de anayasada varolan yetkileri usulünce kullanmaktan çekinmez, ama sistemi olmayan yetkileri kullanarak değil olan yetkileri kullanarak değişime zorlar.
Daha etkili hale gelen Cumhurbaşkanlığı bundan sonra siyasetin merkezine oturabilir mi? Evet, oturabilir.
Bu seçim, muhalefetin kendinden olmayan sembolik adaylarla girdiği son seçim olacak ve bundan sonra siyaset kurumu tüm hesaplarını bu makamı kazanmaya göre yapacaktır. Bu sebeple iki partili yapıya doğru evrilme gibi bir fiili durum da oluşabilecektir.
AK Parti yeni dönemde siyasi gücünü korur mu? Evet, korur.
AK Parti’nin gücü sadece muhalefetin zayıflığından ve alternatif oluşturamamasından değil, siyasi fikriyatının topluma mal olmasından ve toplumsal temsil kabiliyetinden geliyor.
Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa AK Parti çalkantılı ve kırılgan bir yapıya sürüklenir mi? Hayır, sürüklenmez.
Partinin başındaki genel başkanlar değişse de hareketin bir tane lideri vardır. AK Parti ortak akılla hareket eden güçlü kadro hareketi olarak yoluna devam eder. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı yeni dönemde farklı bir sinerji oluşturur.
Erdoğan AK Parti’deki üç dönem engelinin yeni dönemde kalkmasını destekler mi? Hayır, desteklemez.
Erdoğan partinin vereceği kararları ilgili kurulların takdirine bırakır, ancak ilkeli olmak Erdoğan’ın ortaya koyduğu ahlaki çizgiyi devam ettirmeyi gerektirir.
Başbakan ve Genel Başkan konusunda isim açıklaması olur mu? Hayır, olmaz.
İsim tartışmaları Cumhurbaşkanlığı seçimini gölgeler ve parti içinde enerji kaybına sebep olur. Bu yüzden ilk aşama bitmeden ikincisine yönelik adım atılmaz.
Eşbaşkanlık düzenlemesi bu dönem için mi yapıldı, makamlar farklı isimlere taksim edilir mi? Hayır, edilmez.

Tuzaklar, komplolar…

CHP, Tayyip Erdoğan’ın adaylığı kesinleşir kesinleşmez, düğmeye basacakmış…
CHP, Tayyip Erdoğan’ın adaylığı kesinleşir kesinleşmez, düğmeye basacakmış… Operasyon düğmesine… CHP’ye sağlanan bazı görüntüler varmış; kamuoyunu yanıltmak için gerçeği çarpıtacak ve cumhurbaşkanlığına giden yolda Tayyip Bey’in önünü kesmek amacıyla o ‘çakma’ görüntüleri kullanacaklarmış…
Olabilir mi böyle bir şey?
Eğer CHP Tayyip Erdoğan’ın birinci turda seçilmesini istiyorsa olabilir…
Bugüne kadar Ak Parti’yi siyaseten başarısız kılmak için birkaç kez denendi böyle operasyonlar; hepsinde de başarılı olunacağı beklentisiyle… Sonucu biliyoruz: İlk kez girdiği 3 Kasım 2002 seçiminden yüzde 35 oyla çıkan Ak Parti, her seçimde başarısını büyüterek bugünlere geldi.
Her operasyon düğmeye basanların beklentilerinin tam tersi sonuç verdi. Yeni bir operasyonla Tayyip Erdoğan’ın önünü kesebileceğine inanıyorsa CHP, yeni ve daha büyük bir hayal kırıklığına şimdiden kendini hazırlasın…
Türkiye’de siyasette ‘komplo’ neredeyse bir alışkanlık… Çok partili siyasi hayata geçildikten sonra, seçimlerde kendilerinin başarısız olacağını anlayanlar, rakiplerini durdurmak amacıyla akla gelen gelmeyen pek çok yollara başvurdular. Operasyonların işe yaramadığı durumlarda daha büyük komplolara başvurulduğunu da hatırlıyoruz…
‘Eski Türkiye’nin simgesi olan askeri müdahaleler, başarısızlığa uğramış operasyonların ardından gelmiştir hep…
Ülkemizin siyasi tarihi aynı zamanda komplolar tarihidir…
Menderes, Demirel, Özal, Erbakan… Hangisini ele alırsanız alın, en güçlü oldukları dönemlerde, onlara karşı kurulmuş komplo tuzaklarını hemen fark edersiniz: Turgut Özal’ın iktidarının ‘Koskotas dosyaları’ diye meydanlarda sallanan içi boş dosyalarla zaafa uğratıldığını herhalde unutmadık… Necmettin Erbakan’ı sahte şeyhlerle milletin gözünden düşürmeye çalışmadılar mı? 2007 cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaşanan ‘367’ krizi bir operasyon değil miydi?
30 Mart seçimi öncesinde ise en yoğun ve birbiri ardına meydana gelen operasyonlara muhatap oldu Ak Parti…
Bu defa da aynı yola başvurulması hiç şaşırtmayacaktır…
Cumhurbaşkanını halka seçtirmek bu tür operasyonların etkisini azaltmak için alınmış bir tedbirdi zaten… Bu seçimde yine ‘komplo’ yoluna sapmaya kalkışılırsa, tuzağı işlevsiz bırakmada en önemli unsur, halkın sağduyusu olacaktır.
Tek tek insanları aldatmak mümkün olabiliyor; ancak bir milleti aldatmak o kadar kolay değil…
İlk defa cumhurbaşkanını halkımız seçecek… Muhalefet, Ak Parti adayı olacağı anlaşılan Tayyip Erdoğan’ın karşısına kıymetli bir insanı aday gösterdi… Beklenen, seçim yarışının düzeyli bir zeminde geçmesi ve milletin, cumhurbaşkanını, içine sine sine seçmesidir…
Bu havayı bozacak ve seçim sürecine gölge düşürecek her türlü desise siyasi sistemi yaralar; özellikle de başarıyı rakibine tuzak kurmada arayan partileri…
Gerçekten kamuoyunun bilmesi gereken bir yanlışlığı varsa Ak Parti’nin veya adayının, bunun vakitlice bilinmesini sağlamaktır doğru olan; kamuoyu “Madem öyledi, bunu bunca zamandır neden gizlediniz?” diye sormaz ve bunun aslında kendi iradesini eğip bükme amaçlı bir tuzak olduğunu anlamaz mı sanılıyor?
gaziantep escort

Çözüme sigorta poliçesi

Hükümet çözüm sürecine yasal zemini sağladı.
Hükümet çözüm sürecine yasal zemini sağladı. Getirilen yasal düzenlemenin içeriğinden ziyade niçin getirildiği daha önemli bir meseledir. Evet, niçin böylesi bir sigorta poliçesine ihtiyaç duyuldu? Malum, sigorta poliçeleri muhtemel kazalardan doğacak zayiatı telafi etmek için yapılır. Yıllarca siyasi çözümü telaffuz bile etmek vesayet rejimin gazabına maruz kalmak anlamına geliyordu. Kolay değil, 25 yıllık kanlı geçmişten sonra, 2009 Açılım Süreci iktidar tarafından TBMM’ye taşındığında, ilk kez mesele siyaset tarafından ‘resmen’ ele alınabilmişti.
14 Mart 2008 kapatma davasından son anda kurtulmuş bir hükümetin, ilk yapacağı işin, Kürt meselesine el atmak olması beklenmezdi. Kapatma davasıyla birlikte kendisinin bile hiçbir sigorta poliçesi olmadığı ortaya çıkan AK Parti, bütün sorumluluğu üstüne alarak soruna müdahale etmek üzere kollarını sıvamıştı. Kürt meselesinde konsolide olmamış bir devletin, meclisin ve milletin içerisinden sorunu çözme girişimi sadece cesaretle açıklanacak bir durum değildi. Burada asıl mesele kurucu bir siyasetin ortaya çıkmasıydı. AK Parti’nin açılım atağına vesayet rejimi KCK davalarıyla, BDP 2010 Anayasa referandumundaki felaket performansıyla ve PKK da nihilist silahlı eylemleriyle cevap vermesine rağmen; inişli çıkışlı da olsa ‘siyasi çözüm’ hiçbir zaman tam anlamıyla masadan uzaklaştırılmadı.
Yasal düzenleme, son tahlilde, siyasi iradenin istisna icat ederek nihai karar merciinin varlığını herkese göstermesinden ibaret. Eğer böylesi bir irade ve cesaret ortaya konmayacak olsa, sürecin bundan sonraki aşamaları için de fazlaca umutlanmaya gerek yok zaten. Özellikle 7 Şubat polis-yargı çetesinin vesayet girişimi sonrası bugün hükümet tarafından satın alınan sigorta poliçesinin anlamı ilk kez ortaya çıkmıştı. 2009 Açılım sürecine PKK tarafından nasıl Reşadiye’de saldırıldıysa, 7 Şubat’ta da devlet içerisindeki polis-yargı çetesi tarafından herhangi bir siyasi çözüm ihtimalini uzun yıllar ortadan kaldırılmak üzere saldırı yapıldı. MİT yasasının ortaya çıkmasına vesile olan saldırı, aynı zamanda her türlü tahrike rağmen sürecin de hızlanmasına yol açtı. Zira neo-vesayet odağının saldırıyı yaptığı yıl, yani 2012, PKK’nın Türkiye’nin en fazla demokratikleştiği dönemde en fazla kanı akıtarak terör estirdiği seneydi.
Kanlı 2012’nin sonunda, beklenenin aksine, Erdoğan’ın Öcalan’la görüşüldüğünü açıklamasıyla, 2013 çözüm sürecinin başlamış olduğunu herkes öğrenmiş oldu. O halde bugüne kadar çözüme dair atılan bütün adımlar herhangi bir yasal güvenceden yoksun bir şekilde nasıl yürütüldü? Bu sorunun cevabı çok basit: Siyasetin sağladığı meşruiyetle. Meselenin bir hukuk tartışması olduğunu zannedenler ya da hukukun böylesi bir meselede meşruiyet sağlayabileceğini düşünenler fena halde yanılıyorlar. Tıpkı 17-25 Aralık darbe girişiminin bir hukuk sorunu olduğunu zannedenler gibi. Yıllardır siyaset yapmak yerine mevzuat ve hukuk mantık oyunlarına gömülenlerin siyasetin organik ve dinamik veçhesini idrak etmeleri zor görünüyor.
Yasal zeminin hikmeti hukukta değil siyasi meşruiyette aranmalıdır. Siyasetin meşruiyet sağlamadığı hiçbir sürece hukukun sahici bir meşruiyet sağlaması mümkün değildir. Tam da bundan dolayı hayata geçirilen ‘istisna hallerini’ ancak hukuk diskuruyla eleştirebiliyorlar. Ortaya çıkan yasal zemin, siyasetin, aynı anda devleti ve milletin büyük bir kısmını belli bir kıvama getirmeyi başardığı için hayata geçebiliyor. PKK’nın aynı kıvamda olup olmadığı ise şüpheli.

masöz figen

Hizmet Adresi : Altıparmak / Bursa
Hizmet Yeri : Kendi Evimde
İSİM : FİGEN
Merhaba Ben Bursa Masöz Figen
Bursa Altıparmak da Kendi Evimde veya Sizin Yerinizde Profesyonel Masaj Hizmeti Vermekteyim.
Üniversite Mezunuyum Uzman Sertifikalı Masözüm
Seansım Ortalama 1 Saat Sürüyor Thai Masajı, Erotik Masaj, ve Diğer birçok masaj türlerini Uygulayabilmekteyim.
İşimin Uzmanıyımdır ve Hzimetlerimden Memnun Kalacağınızdan Emin Olabilirsiniz.